
Düşünsene… Masanın üstü dosyalarla dolu, telefonun bildirim yağmuruna tutulmuş, zihnin “yapılacaklar listesi”ni arka planda sürekli döndürüyor. Yine de bir şekilde, ihtiyacın olduğunda o bilgiyi buluyorsun. İşte beynin büyüsü burada devreye giriyor. Görünürdeki bu kaosun içinde, beynimiz aslında sürekli düzen kurma peşinde. Hem de çoğu zaman bizim farkımız bile olmadan.
Nörobilimciler, beynimizin bilgiyi “şemalar” adı verilen zihinsel yapılara göre depoladığını söylüyor. Şema, basitçe, geçmiş deneyimlerimizden ve öğrenmelerimizden oluşan, yeni bilgiyi yorumlamamızı sağlayan bir çerçeve. Mesela, yeni tanıştığın biri elini uzatınca onunla tokalaşacağını “bilmen” işte bu şema sayesinde. Yani beyin, yeni veriyi hemen bir kategoriye koyuyor: “Bu tanıdık bir durum, daha önce böyle olmuştu.”
Ama bu süreç her zaman bilinçli değil. Beyin, çevreden gelen milyonlarca uyaranı filtrelemek zorunda. Daniel Kahneman’ın bahsettiği “Sistem 1” (hızlı, sezgisel düşünme) ve “Sistem 2” (yavaş, mantıklı düşünme) burada devreye giriyor. Çoğu zaman “Sistem 1” aktif; yani beynimiz otomatik pilottayken bile düzen kurmaya devam ediyor. Sabah mutfağa gidip kahve yaparken adımları tek tek düşünmemen bunun bir örneği.
İşin ilginci, beynimiz boşlukları da dolduruyor. Psikolog Frederic Bartlett’in 1930’larda yaptığı deneylerde, insanlar bir hikâyeyi hatırlarken eksik kalan parçaları kendi kültürel kalıplarına göre uyduruyordu. Yani beyin “hikâyeyi” tutarlı hale getirmek için yaratıcı düzenlemeler yapıyor. Bir anlamda, içimizde küçük bir “editör” var.
Peki bu düzenleme süreci neden önemli? Çünkü beynimiz, sadece bilgiyi depolamakla kalmıyor; gerektiğinde hızlıca geri çağırabilmemiz için onu organize ediyor. Bellek araştırmalarına göre, bilgiyi anlamlı bir bütün haline getirmek, onu uzun süreli hafızaya atmanın en etkili yolu. Bu yüzden sınavdan önce “konuyu anlamadan ezberleyenler” genelde bilgiyi çabuk unutuyor.

Tabii beynin bu düzen tutkusu bazen ters tepebiliyor. Örneğin “yanlış hatıra” (false memory) fenomeni, beynin boşlukları doldurma alışkanlığının yan etkilerinden biri. Gördüğün ya da duyduğun bir olayı, gerçekte olmadığı halde hatırladığını sanabilirsin. Çünkü beyin, karmaşayı tolere edemiyor; mutlaka bir “hikâye” kurguluyor.
Günlük hayatta bunu fark etmek, hem öğrenme sürecini hem de karar verme becerimizi geliştirebilir. Mesela çalışırken bilgileri renklerle kodlamak, benzer kavramları bir arada tutmak, beyne “düzenli raflar” sunar. Böylece karmaşanın ortasında bile hangi bilginin nerede olduğunu bilmek çok daha kolaylaşır.
Kısacası, beynimiz sandığımızdan çok daha titiz bir kütüphaneci. Kağıt üstünde dağınık gibi görünen şeyler, zihnimizde kendi sistemine göre yerli yerinde duruyor. Belki de bu yüzden “kafam karışık” dediğimiz anlarda bile, bir süre sonra cevap kendiliğinden aklımıza geliyor. Çünkü beynimiz, karmaşanın içinde bile düzen bulmaya programlı.
📚 Kitap Önerisi:
-
“Beyin: Senin Hikayen” – David EaglemanBeynin çalışma prensiplerini hem bilimsel hem de anlaşılır bir dille anlatan harika bir kaynak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder